20 Ocak 2011 Perşembe

Sivrisineğe Ceza, İnsanlığa Cefa

Kurtuluş’ta akşam vakti. Yaz mevsiminin güzel hediyelerinden biri ‘gece’, geç iniyor sokaklara. Çocukların aklı saklambaçta, gençlerin oynaşta, yaşlılarınsa arda kalan arkadaşlarda. Sokaklar şenlikli, bir o kadar da renkli. Derken, beklenen ses duyuluyor uzaktan. Bir acayip uğultu, motor sesi, ejderha nefesi. Her zamanki gibi pencerelerimi bir an önce kapatmak üzere aceleyle evin içinde koşturuyorum. Neyse ki zamanında yetiştim. Bir tek mutfak penceresi kaldı. Onu da kapattım mı... İyi de tek endişelenen ben mişim gibi gözüküyor. Sokakta panikten eser yok. Herkes hayatına devam ediyor. Çocukların suratında garip bir sevinç var hatta. Ses artık çok yakınımızda. İçgüdüsel olarak mutfak penceresini de kapatıyorum. Merak kaplıyor içimi, sokağı seyre dalıyorum.

Kartal sesli, ejder nefesli gözüküyor köşeden. 80’lerden kalma küçük bir kamyonet burnunu uzatıyor. Ağır ama kararlı. Endişeyle dışardakilere yöneliyor bakışlarım. Yaşlılar muhabbete devam ediyor, gençler bir yandan çiğdem atıştırıp bir yandan da şakalaşıyorlar, çocuklar, çocuklar sokağın ortasında gözleri kamyonette öylece bekliyorlar. Kamyonet korkunç sesler çıkararak sokağa girdiğinde arkasındaki gaz bulutu da görünüyor. Beyaz bir dev gibi. Beyaz dev gelip önce çocukları sonra tüm mahallleyi yuttu. Görüntü inanılmaz. Beyaza kesmiş ortalık, göz göze dokunmuyor. Sadece silüetler seçilebiliyor küçüklü, büyüklü. İnsanlar fotoğraf negatiflerinden fırlamışlar sanki. Gerçekdışı bir manzara. Kamyonet uzaklaşıyor. İnsanlar, yoğun beyaz dumanın içinden dans edermiş gibi oldukça estetik, sıyrılıyorlar teker teker. Etobur beyaz gaz bulutu uzaklaştıkça sanrıladığım büyülü, estetik, gerçekdışı manzara yerini soğuk, ürpertici bir gerçekliğe bırakıyor.

Kurtuluş saat 20:00. Azrail beyaz bulutlarla geliyor üzerimize. Bir can borcumuz var ya, ön ödemeyi yapıyoruz işte. Ömrümüzün bir bölümünü daha veriyoruz farkında olmadan. Bir yandan borcumuz azaldı artık deyip sevinmeli mi?

Pek çoğumuz her gün maruz kaldığımız zararların farkında değiliz. Pek çok çevresel faktör sağlığımızı tehdit ediyor. İşin tuhaf kısmıysa bu zararları insanın kendi kendine bilerek, göre göre vermesi. Sıcak havalarla birlikte artan sinek ve haşaratları öldürmek üzere  kullanılan pestisidler de son günlerde en çok maruz kaldığımız, sağlığımızı ciddi şekilde tehdit eden zararlı faktörlerden biri.

Üzerimize püskürtülen bu beyaz zehirle ilgili araştırma yaparken, öncelikle mücadele yapılan dönemin uygun olmadığını öğrendim. Asıl mücadelenin yaz aylarında değil, kış aylarında sinekler sudayken yapılması gerekiyormuş. Larva halindeki sivrisinek yavruları, suda yaşadıkları süre içerisinde son derece çaresizlermiş. Bir sineğin bıraktığı larvadan 300 sinek çıkıyor. Sivrisinek larvasını devamlı aynı yere bırakırmış. Dolayısıyla, larva bırakılan yerlerin tesbit edilip sürekli ilaçlanması gerekiyor. Bu yöntem uygulanırken ‘Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiye ettiği biyolojik ilaç dışında başka ilaç kullanılmaması gerektiğinin altı çiziliyor. Biyolojik ilaç, sadece larvalara etki ediyor, böylelikle tabii dengeyi bozmuyor diğer canlılara zarar vermiyor. Sokak sokak hepimizin üstüne zehir sıkmaktan daha kolay gözüküyor bence. Ne hikmetse belediyeler, larvalar sinek olup uçtuktan sonra ilaçlama yapmaya başlıyor. Uzmanlar ilaçlama sırasında kokuyu alan sivrisineklerin hızla ortamı terk edip birkaç saat sonra ilaç etkisini yitirdiğinde eskisinden daha aç ve iştahlı bir şekilde geri döndüklerini söylüyorlar. Olan bizim çocuklara oluyor desenize. Birinci yanlış: zamanlama.


Hiç yorum yok: